Hayatın neresinden tutarsanız tutun etrafımızdaki insanların tuttuğunuz yerden alacağınız aksiyona mutlaka bir katkısı ya da etkisi olacaktır. İnsanları ayrıştırmaktan, sınıflandırmaktan yana değilim ve fakat insanların birbirlerinden çoğu zaman farklı ve biricik olduğuna inanırım. Bu biriciklikle benzerlik oranlarına bakıldığında özellikle toplumsal hayatta benzerliklerden yola çıkan gruplar oluşmakta, bu grupların en büyüğü ise “tipler” ve “karakterler”dir.
Biriciklik daha ziyade ayrıntılarda gizli sanki. Genel yaşam çerçevesinde ister bireysel ister toplumsal hayatımızın birbirine benzediği çok payda var. İşte o paydaların oranı yükseldikçe “tipler”e, azaldıkça “karakterler”e dönüşüyoruz. Olumlu olumsuz tipler olduğu gibi olumlu olumsuz karakterler de var hayatta… Önce tiplere bir göz atalım. Aslında bu benzetme hayatın küçük kesitlerinden ibaret olan tiyatrodan çıktı ortaya. Sonuçta hayat da bir oyun aslında… Orada oyun metnini yazarken tipler ve karakterler yaratıyoruz. Gerçek yaşamdaysa bunu hayatın ta kendisi oluşturuyor; genetik yapımız, anne babamız, diğer insanlar ve çevre…
Tipler hiç değişmezler. Bir oluşma ve oluşturma zamanları vardır. O zamanın içinde şekillenir ve katılaşırlar. Biz o sürecin sonundan, o tipin ölümüne kadar onu hep öyle görür ve öyle biliriz. İçlerindeki benlerden biri, bir buz dağı gibi yükseliverir suyun yüzüne ve bir daha neredeyse hiç değişmez, evrilmezler. Çevremizde bu tiplerden oldukça çok var. Evrilmek, gelişmekle mümkün, gelişmek için ise çok önemli bir melekeye ihtiyaç var: idrak… Bir başka deyişle “farkındalık”. Tiplerde farkındalık yok denecek kadar azdır, azdır diyorum çünkü var olan farkındalıkları gelişmeyi ve evrilmeyi sağlayabilecek güce sahip değildir. Bu tipler belledikleri yoldan çıkmak istemezler. Daha ziyade etraflarını saran, görünmez bir duvar vardır: görgüsüzlük ve cehalet… Bu duvarı aşmanın tek yolu ise idraktir ama bunlar için o duvarı aşabilecekleri meziyet çok uzaktadır. Yine de ümidi yitirmemek gerek. Ataların “Yedisinde neyse yetmişinde de odur.” dedikleri, bu tipler olsa gerek.
Karakterlerin ise bir duruşları vardır. Bu duruşun bir başlangıcı ve sonu olduğu gibi, bu iki kelime arasında da yaşanan bir süreç vardır. İşte karakterin tekâmülünü sağlayan bu süreçtir. Bu süreç, evrilmeyi sağlar. İyi ya da kötü bir evrilme… Fakat sonuçta ne olursa olsun toplumsal norm ve değerlerin ışığında önemsenen sadece karakterler olur. Hitler de bir karakterdir, Atatürk de… İkisi arasındaki fark Hitler evrilerek toplumunu felakete sürüklemiştir; Atatürk ise bir cumhuriyeti yoktan var ederek barışa, refaha ve mutluluğa ulaştırmıştır. Karakter olmanın en önemli ön koşulu önce idrak sahibi olmak, sonra bu idrakle konulacak hedefler belirlemek ve sonrasında da o hedeflere ulaşabilmek için iyi bir planlamayla evrilmek ve gelişmektir.
Sevgili dostlarım, siz bir tip misiniz, yoksa karakter mi? Elbette buna karar vermek hepimiz için zor olabilir, belki de bizim bu soruya cevap vermemiz mümkün olmayabilir. Bunun cevabını etrafımızdaki insanlar vermeli. Duruşumuzu, dünyaya ve olaylara bakışımızı, problemler karşısındaki tutumumuzu, kendimize bakışımızı en iyi etrafımızdaki insanlar analiz edebilir. Bunlar açıkça gösteriyor ki insanın kendini fark ettirebilmek için önce kendini fark etmesi gerekiyor. Bir insanın kendine yapabileceği en büyük haksızlıktır bence kendini fark etmemesi ve yok sayması. Ve bir insan tip olmaya devam ettikçe bu haksızlığın önüne geçmesi de mümkün değil gibi görünüyor. Hepimizin birer karakter olması dileğiyle.