Zamanın anlamı üzerine daha önce hiç düşünmemişsek şimdi tam zamanı… Hayatta kalma içgüdüsünün çok sık gündeme geldiği bu salgın günleri, biraz da olsa insanlara bir duraklama, silkinme, kendine gelme olanağı sağladı. Her an her şeyin olabileceğini, dünyanın yerinde durduğunu, ama insanların çıkıp gittiğini anımsattı. Yaşamanın ne denli güzel olduğunu, hayatın farkına varılması gereken en güzel hediye olduğunu anladı.
Değerli dostlarım niçin yaşıyoruz? Bu sorunun cevabının iki tarafı var. Birincisi kendi zaviyemizden, diğeri başkalarının zaviyesinden. İster bizim taraftan ister diğerleri tarafından verilecek cevap olsun ikisinin de dayanağı geride bıraktığımız izler olacaktır. Geriye dönüp baktığımızda bıraktığımız izlerin yüzümüzde oluşturduğu tebessüm, gönlümüzdeki hazla birleşiyorsa yaşamın hakkını vermiş, biriktirdiğimiz anılarla niçin yaşadığımızın farkına varmışız demektir. Özellikle kent yaşamı hayatımızın hızını o kadar arttırdı ki bazen o hızın verdiği sarhoşlukla günlerin hatta haftaların bile nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Geride iz bırakamıyor, o zaman diliminde neredeyse görünmez oluyoruz. İnsan zaman zaman durmalı, bıraktığı ize odaklanmalı. Bu izin içini iyilik doldurmalı. İnsan bu dünyada iyilik için var olmalı, hiçbir şeyden alamayacağı hazzı iyilikten tatmalı. Küçücük bir hikaye geçti zihnimden… Bir baba düşünün kent yaşamının hengâmesi içinde gecesini gündüzüne katmış çalışıyor. Çoğu zaman hafta sonlarını da işte geçiriyor. Anasınıfında bir oğlu var. Zaman ayıramıyor ona çünkü öncelikleri başka. Akşam geç geliyor işten, sabah erken çıkıyor işe. Çocuğun günlerce babasını görmediği zamanlar oluyor. Bir gün çocuk ısrarla babasının eve gelmesini bekliyor uykuya direnerek. Baba geç saatte işten dönüyor. Babasını kapıda karşılıyor. Adam şaşırıyor çocuğun o saatte uyumamış olmasına. Oğlum neden uyumadın deyince bir isteğim var diyor. Baba diyor, sinemaya bir film gelmiş arkadaşlarım babalarıyla gitmişler beni de götürür müsün deyince adam biraz vicdan yapıyor ve bir Pazar günü çocuğu sinemaya götüreceğini söylüyor. Çocuk sevinçle uykuya dalıyor. Aradan günler geçiyor adam çocuğa verdiği sözü çoktan unutmuş, yine hayatın keşmekeşine dalmış. O hafta Pazar çalışmayıp evde dinlenmeyi keyif yapmayı planlamış. Sabah kalkmış kahvaltısını yapmış, eline bir fincan kahve ve gazeteleri alıp salon koltuğuna yayılmış. Tam o sırda çocuk uyanıp salona girince babasını görüp yaşasın baba evdesin o zaman beni sinemaya götüreceksin değil mi deyince adamın bütün keyfi kaçmış. Ne yapayım da bu sözü atlatayım diye düşünürken okuduğu gazetelerden birinin Pazar eki gözüne ilişmiş. Gazete ekinin üstünde bir dünya haritası var. Almış haritayı paramparça etmiş vermiş çocuğun eline demiş ki: “Oğlum bu dünya haritasını doğru şekilde yeniden birleştirirsen söz bugün sinemaya gidiyoruz.” Çocuk üzgün, koca dünya haritası yüzlerce ülke var nasıl birleştirsin. Boynunu bükmüş odasına gitmiş elinde paramparça dünya haritasıyla. Adam bıyığının altından gülümsemiş. Beş dakika sonra çocuk heyecanla salondan içeri girmiş: “Baba yaptım, dünya haritasını birleştirdim. İnanmazsan bak masanın üzerinde.” deyince adam inanamamış, hemen kalkmış çocuğun odasına gitmiş, bakmış ki gerçekten de bütün ülkeler yerli yerinde. Şaşkınlıkla sormuş: “Oğlum sen bunu nasıl yaptın? Dünyayı nasıl birleştirdin?” Bu sefer çocuk babasına gülümseyerek: “Çok kolay oldu baba.” demiş. “Senin verdiğin dünya haritasının arkasında bir insan vardı, insanı düzeltince dünya kendiliğinden düzeldi…”
Değerli dostlarım, bütün mesele hayata iyilik penceresinden bakabilmekte çünkü insan bu dünyaya iyilik için geldi. Öyleyse insan bu dünyada iyilik için yaşamalı…